Sunday 23 September 2012

İngiltere'de Yaşam -1

 

 İngiltere'de yaşamak.. Öğrenci hayatı, sosyal hayat ve gece hayatı... Bunlar yurtdışında yaşadığımı duyan herkesin ilk sorularının ortak paydası. Okul dersler gibi sıkıcı kısımları bir kenara bırakarak sadece sosyal hayatımdan bahsetmek istiyorum bu yazımda. İngilteredeYaşıyorumİntiharıDüşünmüyorum un ilk kuralı, yalnız gelmemek. Türkle takılırsan İngilizcen gelişmez en iyisi tek olmak bıdı bıdı bıdııı diyenlere verdiğim uzuuuun cevaplar bolca mevcut, ama siz hiç polemiğe girmeden o kişilerden koşarak uzaklaşın. Çünkü İngilizcenizi hızlı geliştirmekten çok daha önemli sorunlarınız olacak. Yanınızda sadece anadilinizle anlatılabilecek sorunlarınızı ve mutluluklarınızı paylaşabileceğiniz bir arkadaşınızın, sevgilinizin ya da enazından akrabanızın olması bence çok kıymetli. Hasta olacaksınız, kötü geçen sınavlarınız olacak, hoşlandığınız ya da nefret ettiğiniz kişiler olacak.Ve konuşmak isteyeceksiniz. Size destek olacak, hatta bazen sadece dinleyecek birilerine ihtiyacınız olacak. Buyüzden bu yola çıkmadan önce en yakın arkadaşınızı, varsa sevgilinizi sizinle gelmeye ikna edin. Yok ya da arkadaş iyidir arkadaş boşverin sevgiliyi :) Beraber yemek yapabileceğiniz, hastalanınca nazlanabileceğiniz, ödevlerden başınızı kaldıramazken en azından kahvenizi yapan birileri olsun, bana teşekkür edersiniz :) İngilizce zaten oturduğunuz yerden Türkçe konuşmayarak gelişmiyor oyüzden çok takılmayın bu konuya. Buradaki ilk günleriniz, sonraki sosyal hayatınız açısından çok önemli. İlk günlerde gerek okulda, gerekse katıldığınız diğer kurslarda onlarca hatta yüzlerce insanla tanışcaksınız. Herkes sizi partilere çağıracak, elinize broşürler tutuşturacak, tanıştığınız insanların isimleri aklınızda bile kalmayacak. O dönemde çok fazla çekingen durmadan hemen hemen bütün partilere katılın, arkadaşlarınızın arkadaşlarının arkadaşlarıyla bile takılın.  Zenciler ve hintlilerden uzak durma eğilimim gördüklerim ve yaşadıklarım sonucunda kendiliğinden oluştu. Yemek yeme biçimleri, eğlenme anlayışları tavırları, hal ve hareketleri oldukça farklı. Ben alışamadım. En sevdiğim insanların geneli İspanyol. Bizim gibi eğlenmeyi ve gülmeyi seven, partilere herkesten önce gidip en son eve dönenler hep İspanyollar. Haricinde Almanlar, İngilizler, İtalyanlar, Yunanlılar ve Çekler gerçekten çok arkadaş olunası insanlar. Zamanla kendinize yakın hissetiğiniz, birlikte gülebildiğiniz insanlardan oluşan farklı arkadaş gruplarınız olacak. Elbette yurdum insanı gibi olamaz hiçbiri, ama yine de çok içten sevdiğim, az kelimeyle herşeyimi anlatabildiğim, dönem dönem değişen, sadece Facebook resimlerinden ibaret olmayan, pek çok arkadaşım oldu. Yabancıdan arkadaş olmaz, espiri yaparsın that's funny der geçer, gibi cümlelerle laf ettiğini sananlara inanmayın. Beraber bira içebileceğiniz arkadaşlarınız olduğu kadar, kahve içebilecekleriniz de olacak. Size yoldaş olamazlar belki ama gayet iyi arkadaş olabilirler. Mesafeli durup saçma korkularla araya duvarlar örmeyin. Hatta bazen hoşgörün. Buralara kadar gelmişken, farklı kültürlerden insanları iyisiyle kötüsüyle tanıyın ki geldiğinize değsin. Gelmek demişken, nereye geldiğiniz de oldukça önemli. Avrupa'nın heryeri güzeldir diyerek gördüğünüz ilk şehiri yaşayacağınız yer olarak seçmeyin. Gitmeden önce sorun soruşturun, bakın günlerce araştırın öyle karar verin. Benim Leeds'i seçmemde, orda uzun yıllar yaşamış bir Türk'ün sözleri çok etkili olmuştu, hiçte pişman olmadım. Sizde mutlaka seçtiğiniz şehirde yaşamış birini bularak fikirlerini sorun. Güzel bir şehir, iyi bir arkadaş grubu ve size yoldaş olabilecek bir arkadaş yurtdışında mutlu bir yaşamın ilk şartları. Enazından beni mutlu eden yaşamın...
 
 
İngiltere'de yaşamaya başladıktan sonra değiştirdiğim ilk alışkanlığım haftada en az 3 kez gittiğim kuaför oldu. İngiltere'de bir yıl içerisinde 2 veya 3 kez saç kesimi için gittim, okadar. Kuaföre gitmeyişimin nedenlerinden biri oldukça pahalı olması olsa da en önemli sebebi hiç alışık olmadığımız soğuk atmosferi. Ankara'da yaşarken saçımı yıkayıp gidip 5 dakikada bir fön çektireyim, hafif de makyaj yaptırırım diye düşünürdüm hep. İngiltere'de ise şimdi kim gidip okadar sıra bekleyecek, kim derdini anlatmak için uğraşıp beğenmediği saçına okadar para bayılacak şeklinde düşünüyorum. Erkekler için durum biraz daha zor, çünkü onların gitmemek gibi bir şansları yok. Kuaför artık lüksten öte bir gereklilik olmuşsa gitmenizi tavsiye edebileceğim ilk yer Toni&Guy. Ürünleri ve kesim fiyatları oldukça yüksek, ama bence buna değiyor. İngiltere'nin heryerinde bulabileceğiniz kadar da yaygın.


 

İngiltere'ye gelip hergün evde makarna yemek olmaz. Ben her hafta yeni mekanlar ve farkı tadlar denemeye çalışıyorum. Zaten zaman içerisinde çok sevdiğiniz ve diğerlerine nazaran daha sık gittiğiniz mekanlar oluyor. İki kişilik güzel bir yemek için en az 50 poundu gözden çıkarmanız gerekiyor. Menüdeki en ucuz şeyler herzaman en lezzetsiz olanları. 10 pound az ödeyip mutlu olacağınızı sanmayın, masadan aç kalkmaktan daha büyük bir mutsuzluk sahiden olamaz. Evde yemek de en az dışarıdaki kadar pahalı oluyor bizim için. Alışverişi genelde Morrisons adlı süpermarketten yapıyoruz. Fiyatları diğerlerine nazaran daha pahalı mı bilemiyorum ama en çok çeşide sahip süpermarket kesinlikle Morrisons. Özellikle yoğurt ve peynir olaylarında üzerinde Greek yazan şeylere yönelebilirsiniz. Bizim alıştığımız lezzetlere oldukça benziyor komşunun ürünleri. Total Greek Yoghurt ve Greek Feta Cheese benim her alışverişte aldığım ürünler. Meyve ve sebzenin oldukça pahalı olduğunu duymuşsunuzdur. Pahalılıklarının yanı sıra dikkatimi çeken bir diğer şey ise meyve ve sebzelerin üzerinde son kullanma tarihi olması. Geçerli sebebi elbet vardır ama bana hala ilginç geliyor domatesin üzerinde son kullanım tarihi görmek.

 
İngilizleri İ.Ö ve İ.S diye ikiye ayırmak mümkün, içkiden önce ve içkiden sonra. İçmeden önce sessiz sakin ve fazlasıyla kibar olan İngilizler, birkaç içkiden sonra sokaklarda bağırmaya, kusmaya ona buna sataşmaya başlıyor. Kışın en soğuk gününde bile incecik giyen, düz yolda yürüyemeyen İngiliz kızları ellerinde ayakkabılarıyla kaldırımları süslüyorlar. Cuma ve cumartesi geceleri istisnasız her bar sünger gibi içki içenlerle, her kaldırım sarhoş olup bağırıp çağıranlarla dolu oluyor. Arkadaş grubunuzla gittiğiniz sürece kimse sizi rahatsız etmez, rahatça eğlenebilirsiniz.
 
Anlatılacak o kadar çok şey var ki, hepsini tek bir yazıda toplamak mümkün değil. İngiltere'de Yaşam olarak düşündüğüm yazı başlığının yanına 1 ekleyerek devaminı başka yazılara bırakıyorum.

Monday 17 September 2012

Take away or eat here?

 
Geleneksel yemeği Fish&Chips olan İngiliz halkından kahvaltı konusunda da beklentim çok yüksek olmamıştı hiçbirzaman ama fasülyeyi kahvaltıda yemek nedir yahu... Yağda yumurta, kuru fasülye bacon ve mantardan oluşan İngiliz kahvaltısı, tuzsuz yemekten bile daha tahammül edilemez benim için. Uyanış saatlerimi sabah kahvaltısını atlatacak şekilde ayarlayarak bu kahvatı-kabusunu atlattığım günler okul derslerinin başlamasıyla son buldu. Çok fazla kahvaltı düşkünü olmayan bünyem bile en sonunda isyan ederek beni kahvaltı yapılabilecek mekanların peşine düşürdü. Önceleri sucuklu yumurta sıcacık börekler hayali kuran ben, sene başında tıp isteyip sınavdan sonra neresi olursa giderim diyen öğrenci çaresizliğinde sıcak bir tost ve lezzetli bir sandviçe razı hale geldim. Peki öğleye doğru acıkan bünyedeki karın gurultularına mute tuşu etkisi yaratabilecek  bu lezzetli sandviçler nerede bulunur ?
 

Bu soruya bulduğum ilk cevap GREGGS oldu. Birbirinden lezzetli sandviçlerin tezgahlarda dizili olduğu bu mekanın kapısınında da insanlar sıraya diziliyor. Şehir merkezindeki her caddede en az birtane olan al-gitçi bu mekan günün her saatinde dolu oluyor. Benim kişisel favorim Tuna Crunch Baguette. Her ekmeği yiyemeyenlerin bile GREGGS'in ekmeklerini seveceğine eminim.
 
 
Alıp götürmek yerine hoş bir mekanda yanında kahvemi yudumlayarak yerim ben sandviçimi diyorsanız gitmeniz gereken ilk adres, pek bir aşina olduğumuz, Starbucks Coffe. Ülkemizde de çok yaygın olduğundan sadece kişisel favorimi verip geçiyorum; "Steak & Cheese Panini".
 
Fransızca olan adını söylemeyi birtürlü başaramadığım Pret A Manger, yenmeye hazır  taze sandviçleri soğuk dürümleri ve çeşitli salataları ile benim her haftasonu mutlaka uğradığım bir yer. İngiltere'de en az Starbucks kadar yaygın olan bu mekanı şehir merkezindeki her köşe başında bulmak mümkün. Uğradığınızda ilk denemeniz gereken birkaç haftada bir değişen "Chef's special".  İçerisindeki maydonoz görünümlü bitkiyi ben bir türlü sevemedim, siz bir şans verebilirsiniz.

Costa, Pret A Manger kadar olmasada, yine de sık sık uğradığım bir mekan. Emmental and mushroom toastie içerisindeki çok belirgin olmayan mantar tadını göz ardı edersek bizim kaşarlı-tostumuzla birebir benziyor.

Bunların haricinde çok aç olmadığım zamanlarda uğradığım yerler Cafe Nero ve Heaven. Bahsettiğim tüm mekanları İngiltere'nin hemen hemen her kentinde, şehrin merkezinde bulabilirsiniz.